Hümanizm

            Hümanizm, insan her şeyin ölçüsüdür; insan değerlerin yegâne kaynağıdır, şeklinde tanımlanabilir. Bununla birlikte, Hümanizm’in ilk anlamı eğitimde insanı insan yaptığına, onu gerçekten ve pozitif olarak şekillendirdiğine inanılan klasik dil, şiir, tarih ve felsefe vb. disiplinlere yapılan vurgudan meydana gelir. Özellikle Rönesans döneminde öğrencileri şekillendirmek amacıyla edebiyatı, beşeri bilimleri kullanan eğitim yaklaşımını ifade eder. Ayrıca insanı merkeze alarak karar verme süreçleriyle ahlâkın temeli olarak doğaüstü olanı ve dini dogmaları tamamıyla reddedip aklı, bilimi ve adaleti benimseyen seküler bir ideolojiyi de ifade etmektedir.[1] Rönesans düşüncesinin ayırıcı özelliği insancı oluşudur. Bu düşünce insanı arar ve dış dünyayı insanla olan ilişkileriyle değerlendirir. İnsan artık bir şüpheci olarak bilgilerini yenilemekte ve bütün dogmalardan şüphe duymaktaydı. Rönesans’ın şüpheciliği, metafizik temeli yıkarak yerine bireyci temeli kurmaya başladı. Ortaçağ’ın feodal beyi olan metafizik, Yeniçağ’ın burjuvasının desteği olan bireycilikle çatışmaktaydı. İdealist metafizik, idealist bireyciliğe boyun eğmek üzereydi.[2] Ortaçağ insanı için hümanizm, bir nevi zincirlerini kırmaktı; Avrupalı Ortaçağ’ın tanrıcılığından öylesine bıkmıştı ki, her türlü değere ölçüt olarak konulması düşünülen insan, sonunda Tanrı’nın yerine konuldu. Dolayısıyla bencil[3] bir bireycilik haline geldi.

            Yeni insan her türlü iç-dış etkiden kurtulmuş, kişiliğini bulan ve insanlığa güvenen yepyeni bir varlıktır. Irk, kavim, parti, lonca ve aile bağlarından kopmuş, olabildiğince özgürdür. Artık o İtalya’da doğduğu halde İtalyan değildir. Dante’nin dediği gibi, “onun vatanı bütün dünyadır”. Onun artık bağlı olmak gibi bir zorunluluğu yoktur. Başkalarına benzemeye değil, benzememeye çalışmaktadır, bu durum görünüşüne de yansımıştır. Artık o, dünyaya bilinçli olarak ve ortak bir görüşten değil, objektif bir bakışla bakmaktaydı. Düşünen bir kişi olarak, artık bir ırka, bir partiye, bir loncaya veya bir aileye bağlı ve onlarla beraber genel bir yaşayış içinde yaşayan bir insan değildir, başlı başına bir kişiliktir. Duygu ve düşünüşleri kendisine özgüdür. Böylece o, artık yalnız ve erdemlidir; Francesco Petrarca (1304-1374) yalnız yaşamanın erdemli olmak olduğunu söylüyordu. Ona göre, “mutluluk iç ve dış etkilerden sıyrılmakla, bağımsız olmakla mümkündür. İnsanın ilk ödevi kendini geliştirmektir. Bu gelişmeye ancak yalnız yaşamakla erişilebilir. Yalnız yaşamak, insanları sevmeye engel değildir. İnsan yalnız yaşar ama, her zaman insanlarla ilgilenir, onlarla beraber olabilir”. İnsan aklına muazzam bir güven duyulmaktaydı. Bir düşünür insanın niteliğini belirtirken, “insanlar isterlerse her şeyi yapabilirler” demekte; bir başkası ise, “sihirbazlık hiçbir şey değildir, çünkü insan aklı doğayı kullanarak her şeyi yapabilir” demekteydi.[4] Tek şüphe etmediği ve tek dogması olan akıl ile yeni insan kendi tanrısallığını ilan ediyordu. Bu tanrısallığın erdemi ise, insanın insanlığa olan güveniydi. Hümanistler bilgiyi evrensel olarak görüyorlar ve özgürce yayılmasını istiyorlardı. Bilimin Yükselişi’nin kaynağını oluşturan çeviriler ise onlar tarafından yapılmaktaydı. İtalyan hümanistleri, Antikçağ’ın klasiklerini incelemenin, kendi medeniyetlerinden üstün bir medeniyete dönüşü ve insan toplumunun tüm biçimleri için erişilmesi mümkün olmayan bir modeli temsil ettiğini düşünüyorlardı. Ancak, onlar pasif taklitçiler değil aksine rekabetçiydiler. Yunanca yayımlanmış metinlere erişmeleri ve artık orijinal Yunanca metinlerin Ortaçağ’daki Arapça tercümelerine bağlı kalmak zorunda olmamaları, bilimsel bilginin gelişmesine önemli katkılar sağlamıştı.[5] Eski Yunan ve Roma düşüncesine dönüyorlardı fakat Ortaçağ’dan farklı olarak Hıristiyanlığın ilkeleri ışığında ele alınması yerine doğrudan değerlendiriliyordu.[6]


[1] Cevizci, a.g.e, s.217.

[2] Hançerlioğlu, a.g.e., s.170.

[3] Konuşma dilinde bencillikle eşanlamda kullanılan bireycilik terimi, felsefede bireyi baş gerçek sayan ve her şeyin birey için olduğunu savunan bir dünya görüşünü tanımlar. bkz. Hançerlioğlu, a.g.e., s.175.

[4] Hançerlioğlu, a.g.e., s.167-170.

[5] Rossi, a.g.e., s.50.

[6] Göze, a.g.e., s.110.


Merhaba beni Youtube kanalımdan takip etmeyi unutmayın: Emrah Bozkurt Youtube

İlginizi çekebilir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir