Ortaya Çıkışından XX. Yüzyıla Kadar; Mücadelesi ve Paradigmaları
Bu bölümde objektivizm felsefesinin kurucusu olan, bireyciliğin ve kapitalizmin ateşli savunucusu Ayn Rand’ın kapitalizm hakkındaki görüşleri[1] ve bu görüşler hakkındaki düşüncelerimize yer vereceğiz. Rand’ın temel iddiası, kapitalizmde kaynağın hammaddeler değil insan ve onun aklının olduğudur. Siyasi iktisatçılar ve kapitalizm savunucuları, kapitalizmi bir toplumun ya da ulusun kaynaklarının yönetimi, yönlendirilmesi, organizasyonu ve idaresi olarak tanımlamışlardır. Bu kaynakların tabiatı ise tanımlanmamıştır; otomatikman bunlar hakkında ortaklaşa sahiplik söz konusu olduğu varsayılmıştır ve siyasi iktisadın amacı bu kaynakların ortak çıkar için nasıl kullanılması gerektiğini incelemek olmuştur. Buna karşı Rand, söz konusu asıl kaynağın insanın kendisi olduğunu, insanın özel beceriler ve özel ihtiyaçlara sahip özel tabiatlı bir varlık olduğu gerçeğini dikkate almıştır. İnsanın basit bir toprak, orman ve madenler gibi üretim faktörlerinden birisi hatta en önemsizi olarak kabul edilmiş olmasına karşı çıkmaktadır.
Rand, kapitalizm öncesi çağlarda özel mülkiyetin fiilen varlığından bahseder, fakat gelenek ve müsamaha gösterme anlamında var olmuştur. Kanuna göre ve prensipte, tüm mülkiyet kabilenin başına, yani krala aitti ve sadece onun izniyle elde tutulabilirdi. Bu izin kralın isteğiyle her an iptal edilebilirdi yani kralın keyfiyeti söz konusuydu. Kralların tüm Avrupa tarihi boyunca boyun eğmeyen soyluların mülklerini kamulaştırdığını iddia etmektedir. Düşünsel bağlamda Amerika ile Avrupa’yı birbirinden ayırmaktadır. Amerika’nın mücadelesini ve insan hakları felsefesini Avrupalıların anlayamadıklarını ileri sürmektedir. Avrupa’daki hür olma fikrinin, insanın kral tarafından cisimlendirilen mutlak devletin bir kölesi olduğu kavramından; insanın, insanlar tarafından cisimlendirilen mutlak devletin bir kölesi olduğu fikrine dönüştürmüştür. Yani kabile şefine kölelikten, kabileye köleliğe geçtiklerini söylemektedir. Bu bağlamda bizde Rand’e katılmaktayız, ulusalcılık ve ileri boyutu Avrupalılık bilinci bu teoriyi doğruluyor gibi gözükmektedir, aynı durum Amerikalı olmak deyiminde de gizlidir. Artık kralların çatısı yerine ulus devletin çatısı altında olmaları, kral için savaşmak yerine devlet için savaşmak düşüncesi aslında bu teoriyi sağlamlaştırmaktadır. Kapitalizmin anlaşılması için, irdelenmesi ve karşı çıkılması gereken şeyin kabile fikri olduğunu söylemektedir. Rand, diğer kapitalist felsefecilerden farklı bir bakış açısına sahiptir. Mesela kapitalizmin ahlak ve özgürlük getirdiğini insan tabiatına uygun en iyi sistem olduğunu söylemektedir. Şöyle ki, insan özgür müdür? İnsan kendisi için var olma hakkına sahip midir, yoksa hayatını kabileye hizmet etme yoluyla satın alma durumunda olan, fakat bu hakkı asla özgür ve borcunu ödemiş halde elde edemeyen bir köle, sözleşmeli bir hizmetçi olarak mı doğmuştur? Rand, aslında devletin varlığı ve toplum üzerindeki tahakkümü düşüncesinde sosyalistler ile benzer fikirleri taşımaktadır. Ancak sosyalistler kolektivizmde özgürleşmenin olabileceğine inanırken Rand, bireycilikte ve kapitalizmde bunun mümkün olduğunu düşünmektedir. Yukarıdaki sorular için Rand, insanoğlunun tarihinde, bu sorulara evet cevabını veren tek sistemin kapitalizm olduğunu söylemektedir. Kabileye hizmet yoluyla kendini satın alabilme durumuna devletin toplumdan istediği mecburi hizmetleri misal olarak verebiliriz, mesela mecburi askerlik durumu; dikkat edilirse kapitalistler bu durumdan her zaman sıyrılabilmenin yolunu bulmuşlardır. Bu durum da Rand’ın kapitalizm teorisini uygulayanların varlığını göstermektedir ya da onun teorisinin doğrulamaktadır. Yani kapitalistlerin büyük çoğunluğu kabileye hizmet etme düşüncesinden sıyrılmaktadırlar. Tabi bu düşünceyle ülkeler varlığını devam ettirebilir mi ya da bunun yerine yeni bir dünya düzeni ile tek bir toplum meydana gelebilir mi soruları akla gelebilir. Küreselleşme kavramı da tam olarak bunu karşılamaktadır, şuan için ekonomi ve kültürel bağlamda aktif olarak gözükse de ileriye dönük tek bir toplum getiremeyeceğini söylemenin mümkün olmayacağını düşünüyoruz.
Rand’ın kapitalizm tanımı, hükümetin görevleri ve insanın bu sistemde nasıl özgürleştiği düşüncelerine bakalım: Kapitalizmin, tüm mülkiyetin özel olarak sahiplenildiği, mülkiyet hakları da dahil, bireysel hakları tanımaya dayalı olan sosyal bir sistem olduğunu, söylemektedir.
“Bireysel hakların tanınması insan ilişkilerinde fiziksel gücün yasaklanması ile ilgilidir: temelde, haklar ancak kuvvet kullanma yoluyla ihlâl edilebilir. Kapitalist bir toplumda hiçbir kişi veya grup bir diğerine karşı fiziksel güç kullanımını başlatamaz. Böyle bir toplumda hükümetin tek görevi insan haklarını koruma, yani insanı fiziksel güçten korumadır; hükümet insanın kendini savunma hakkının görevlisi olarak faaliyet gösterir ve sadece şiddete karşı şiddet olarak ve sadece güç kullanımını başlatanlara karşı güç kullanır; buna göre hükümet nesnel kontrol şartlarında, karşılık verme anlamında güç kullanımını sağlamanın yoludur.”[2]
Kapitalizmin, insanın hayatta kalması ile aklını kullanması arasındaki bağlantıyı tanıyıp, koruduğunu söyler. Rand’e göre, kapitalist bir toplumda, tüm insan ilişkileri gönüllülük esaslıdır. İnsanlar kendi bireysel hükümlerine, inançlarına ve çıkarlarına dayalı olarak, işbirliği yapmaya veya yapmamaya, birbirleriyle iş yapmaya veya yapmamaya özgürdürler. İnsanlar birbirleriyle ancak akıl şartlarında ve akıl yoluyla, karşılıklı faydanın gönüllü tercihi yoluyla iş yaparlar. Diğer insanlarla hemfikir olma hakkı herhangi bir toplumda bir problem değildir; asıl önemli olan hemfikir olmama hakkıdır. Hemfikir olmama hakkını koruyan ve uygulayan ve böylece insanın kişisel, sosyal ve nesnel olarak en değerli niteliği olan yaratıcı aklın önündeki engelleri kaldıran özel mülkiyet kurumudur. Kapitalizm ve kolektivizm arasındaki asıl farkın da bu olduğunu vurgular. Rand’ın söyledikleri insan doğasına aykırı değildir, fakat burada şunu da göz önünde bulundurmamız gerekir: Her insan hayata aynı şartlarda mı başlıyor? Teoride söylenilenler doğru kabul edilebilir ancak hiçbir insan hayata aynı şartlarda başlayamıyor, kiminin aileden gelen kullanabileceği, o gönüllülük ilişkisiyle iş birliği yapabileceği bir sermayesi varken kimisinin ise sadece hayatta kalabilmek için hiçte gönüllü olmadığı işlerde çalışması söz konusudur. Böyle bir ortamda gönüllükten ya da yaratıcı akıldan ne derece bahsedilebilinir ki birçok imkandan mahrum insanlar, en temel eğitimlerini bile alamamaktadır. Yaratıcı aklın korunması sadece üst sınıf için mi geçerlidir; elbette alt sınıftan çıkan istisnalar vardır, ancak bir denge söz konusu değildir. Ayrıca zenginleşmede her zaman üst sınıf, alt sınıfa mecburiyet duyar; çünkü üst sınıfın bütün iş yükü alt sınıfın omuzlarındadır. Bu görüşümüze F. Braudel’de şunları söyleyerek katılmaktadır:
“Az sayıda insanın bir ayrıcalığı olan kapitalizm toplumun etkin işbirliği olmadan düşünülemez. Toplumsal düzenin hatta siyasal düzenin zorunlu bir gerçeğidir, hatta ve hatta bir uygarlık gerçeğidir.”[3]
Sosyalizm bu yüzden enternasyonalizmi kullanarak dünya çapında bir örgütlenme sonucu devrimi gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Eğer bütün alt sınıf tek bir merkezden organize edilerek hareket ediyor olmuş olsa, üst yapının eli kolu bağlanmış olur, zenginlikleri de bir fayda sağlamaz. Üst sınıf bu durumun farkında olduğu için alt sınıfın bir araya gelebilmelerini her zaman engellemeye çalışmışlardır, bütün toplumlarda bu durumu korku ile yönetmişlerdir, bunun en kötü yanı ise alt sınıf, üst sınıfın istediklerini, çoğunlukla isteyerek yapmıştır. Bunun sebebi ise üst sınıfın toplumu yönetecek, yönlendirecek enstrümanlarının çokluğu ve onları iyi kullanıyor olmalarıdır. Marx’ın: “Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur. Kazanacakları bir dünya vardır.”[4] Bu çıkışının artık geçerli olmadığını düşünmekteyiz ve bunun için sebeplerimiz var: Kapitalistler proleterlere zincirlerinden başka şeylerde vermeye başladıkları için proletarya artık zincirlerini görmez olmuş kendini özgür hissetmesi sağlanmıştır.
Rand ile hemfikir olduğumuz (insan aklının hammaddeden üstün tutulması) konu tam olarak şudur: Kapitalizmin pratik geçerliliği, onun ‘ulusal kaynakların tahsisini en iyi şekilde gerçekleştirdiği’ şeklindeki kolektivist fikirde yatmamaktadır. İnsan ‘ulusal bir kaynak’ değildir, aklı da değildir; ve insan zekâsının yaratıcı gücü olmadıkça, hammaddeler sadece hammadde olarak kalacaktır. Bu düşünceler temel alınarak bir hareket başlatıldığında bunun sonucunu tahmin etmek hiçte zor değildir; dünyada tek devlet ve tek bir toplum. Bu durumda devletin varlığının ise sadece insanın yaratıcı aklının koruması olduğunu hiç sanmıyoruz. Bunun için gerekçelerimiz var: Dünyada tek devlet ve tek toplum kurmayı amaçlayan bir kartel zaten mevcut ve bunlar para baronlarıdır. Neredeyse bütün dünyadaki merkez bankaları (devlete ait değil özel kurumlardır), borsa, ticaret bu kartelin elindedir; istedikleri zaman ekonomik kriz çıkartabiliyor ve itaat etmeyenleri itaat altına alabiliyorlar ya da öldürüyorlar. Bu kartel rahatlıkla kendi kazançları için savaşlar çıkarabiliyor ve iki tarafa finansman, silah sağlayabiliyor. Mamafih birçok icraatları bulunmaktadır. Böyle bir tabloda şunu sorgulamamız gerekmiyor mu: Bu kartelin servetleri belki hiç çalışmasalar bile asırlarca kendilerine yetebilecekken daha fazla kazanç için mi bunları yapıyorlar? Biz bu durumun sadece para için olmadığını düşünüyor ve konumuz dışında kaldığı için konuyu burada sonlandırıyoruz. Rand, kapitalizmin ahlâki haklılığını şu şekilde savunmaktadır:
“Kapitalizmin insanın rasyonel doğasına uygun tek sistem olduğu, insanın insan olarak hayatta kalmasını koruduğu ve yönetim prensibinin adalet olduğu gerçeğinde yatmaktadır. İnsanoğlunun tarihindeki tüm sosyal sistemler içinde, objektif bir değerler teorisine dayanan tek sistem kapitalizmdir. Serbest piyasa objektif bir değerler teorisinin sosyal uygulamasını temsil eder.”
Rand’ın bu alandaki düşünceleri çok daha derindir biz sadece bir kısmına değindik. Son olarak onun kapitalizmin başarısı olarak değerlendirdiği düşüncelerini aktaracağız:
“Kapitalizmin kendisinden önceki tüm ekonomik sistemlerden üstün olmasını sağlayan özel erdemi ‘sosyal artığın’ üretken kullanımı idi. Sosyal artığı yönetenler, piramitler ve katedraller yapmak yerine, gemilere, depolara, hammaddelere, üretilmiş mallara ve diğer maddi zenginliklere yatırım yapmayı seçtiler. Böylece sosyal artık daha büyük üretim kapasitesine dönüştürüldü.”
Bu başarı Britannica ‘da geçmektedir, Rand’de şunları ekler:
“Kapitalizmin kısa bir sürede başardığı muazzam ilerleme (yani insanın dünyadaki varoluş şartlarındaki önemli ilerleme) tarihe geçecek bir olaydır. Kapitalizm düşmanlarının her türlü propagandası onu gizleyemez, örtbas edemez veya göz ardı ettiremez. Fakat özel olarak vurgulanması gereken şey bu ilerlemenin, insanın feda edilmesi ile başarılmadığı gerçeğidir.”
Rand’ın akıl ve kapitalizm düşüncelerini Descartes’ın şu sözü ile özetleyebiliriz: “Akıllı olmak bir şey değil, mühim olan o aklı yerinde kullanmaktır.” Çünkü aklını yerinde kullanan bir azınlığın bütün bu başarıları gerçekleştirebildiğini söylemektedir.[5]
[1] Rand’ın görüşleri için bkz.: Ayn Rand, “Kapitalizm Nedir?”.
[2] Daha fazla detay için bkz. Ayn Rand, “Hükümetin Doğası”.
[3] Braudel, Kapitalizmin Kısa Tarihi, s.61.
[4] Marx, Komünist Manifesto, Ankara 2014, s.73.
[5] Daha fazla detay için Bkz.: Ayn Rand, “Kapitalizm Nedir?”; Rand’ın fikirlerine karşı liberter komünizmin fikirlerine ve hedeflerine bakılabilir.