“İnsanlar akla ne kadar bağlanırsa, mutluluktan o kadar uzaklaşırlar…”[1]
Desiderius Erasmus
2.2.3.Kuzey Rönesansı
Kuzeyde Rönesans, İtalya’dan sonra başladı ve kısa süre sonra reform hareketi içerisinde eridi. XVI. yüzyılın başında yeni bilginin Fransa, İngiltere ve Almanya’da dinsel tartışmaya bulaşmadan yayıldığı kısa bir dönem oldu. Kuzey Rönesansı birçok yönüyle İtalya’nınkinden farklıydı; anarşik ya da ahlâk dışı değildi, aksine dindarlıkla ve kamusal erdemle bütünleşmişti. Kuzeyde daha çok bilginin standartları Kutsal Kitap ile bütünleştirilmeye çalışıldı. Kuzeydekiler İtalya’dakinden farklı olarak bilginin kişisel gösterisiyle değil bilgiyi olabildiğince yaymayı misyon edindiler. Kuzey Rönesansı’nda etkili olan iki yakın arkadaş Desiderius Erasmus (1465-1536) ve Thomas More (1478-1535)’dur. İkisi de skolastik felsefeyi küçümsedi, içeriden dini reformu amaçladı ancak Protestan ayrılık geldiğinde ikisi de üzüldü. Onlar, Luther isyanından önce düşüncenin önderleriydiler fakat sonrasında dünya onlar gibi insanlar için tehlikeli hale geldi.[2]
2.2.3.1.Desiderius Erasmus
Desiderius Erasmus (1465-1536), eğitime önem veren ve bu yolla insanın kendisini geliştirebileceğini düşünen birisiydi. Politik alanda ise, bir taraftan evrensel barışın, diğer taraftan mutabakat ve rızaya dayalı bir devlet anlayışının savunucusuydu. Kendisi bilgisel olarak kuşkucudur, ancak vahye dayalı bilgiden ise asla kuşku duymamıştır. Reform hareketinin siyasi olaylarından ziyade manevi ve ahlâki yönüyle ilgilenmiş, dinin samimi yönünü ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Bu sebeple onun felsefesi Hıristiyan hümanizmi olarak betimlenir.[3] Erasmus, mevcut statükonun dini suiistimal etmesiyle ağır bir şekilde dalga geçer. Rahiplerin “her ruhun arafta geçireceği süreyi hesaplama” aracı olan aflar ve endüljanslar[4], azizlere, hatta bakire Meryem’e tapınma, “kör tapıcıları, anneyi Oğulun önüne koymayı” marifet sanmaları. Teologların Üçleme[5] ve Cisimlenmeyle ilgili tartışmaları, töz-dönüşümü öğretisi, skolastik mezhepler; papalar, kardinaller ve piskoposlar -hepsiyle acımasızca dalga geçer.- Manastır tarikatlarına saldırı özellikle şiddetlidir; onların, içlerinde çok az din olan, ama “kendilerine aşık ve kendi mutluluklarına hayran” olan “akli dengesi yerinde olmayan aptallar” olduğunu ve daha fazlasını ardı ardına sıralar. Daha sonra İsa’nın bunları yapanlara vereceği tepkiyi ekler: “vay halinize katipler ve Ferisiler… size yalnızca bir ilke bıraktım, birbirinizi sevin dedim, hiç kimse bu görevi sadakatle yerine getirdiğini söylemedi.” Onların otoritesinin hâlâ devam ediyor olmasını da şöyle açıklar: “Yine de yeryüzünde bunlardan korkulur; çünkü günah çıkartırken birçok sırra vakıf oluyorlar ve sarhoşken ağızlarından sürekli laf kaçırıyorlar.” Bu tarz eleştirilerden Erasmus’un reform hareketini iyi karşıladığı düşünülebilir ki, başlangıçta öyleydi fakat sonrasında tersi oldu.[6] Luther’in ayaklandığı yıl onu destekleyici satırlar yazdı. Ancak Luther’in şiddeti onu tiksindirdi çünkü O savaştan nefret ediyordu. Sonunda Katolik safta karar kıldı. 1524’te, Luther’in Augustinus’u izleyerek ve abartarak reddettiği özgür iradeyi savunan bir eser yazdı. Luther buna vahşi bir yanıt verdi ve Erasmus’un tepkisi daha da arttı. O tarihten ölümüne kadar da susturularak önemini yitirdi.[7]
Diğer düşünürlerden farklı olarak Erasmus “Deliliğe Övgü” adlı eserinde, mutluluğa erişmede aklı eleştirerek farklı bir yol gösteriyor; delilik yolu: “İnsanlar akla ne kadar bağlanırsa, mutluluktan o kadar uzaklaşırlar. Davranışlarını akla göre düzenleyenler, delilerden daha deli olduklarından, insanlıklarını unutur, Tanrılığa özenirler. Bilim üstüne bilim, sanat üstüne sanat yığarlar. Bütün bunları da doğaya karşı savaşmak için kullanmaya kalkarlar. Ey ulu Tanrılar; kendilerine deli, akılsız, budala, avanak gibi güzel adlar verilen kişilerden daha mutlu kişiler var mıdır yeryüzünde?…”[8]İleride Rousseau’nun da savunacağı gibi mutluluğun bilgisizlikte olduğunu ifade etmiştir. Bir hümanist olarak Erasmus, insana insan olarak bakmanın ve bütün insanlığı bir aile olarak görmenin insanlığın iç barışı için gerekli düşünsel önkoşul olduğunu belirtir. Buna sahip olanların ancak sürekli barıştan söz edebileceğini vurgular. O dönemin barışması gereken tarafları Doğu-Batı/Hıristiyan-Müslümanlardır. Erasmus, Hıristiyan toplumlar içerisinde Müslümanlar aleyhinde önyargılar yayarak savaş çığırtkanlığı yapanları eleştirir ve Hıristiyanlara şu çağrıda bulunur: “Kendisine Hıristiyanım diyen herkese çağırıyorum! Onlara, dürüstlüklerini ortaya koyacaklarından ve tutarlılıklarını muhafaza edeceklerinden, savaşı ortadan kaldırmak ve edebi ve evrensel barışı tesis etmek için bir yürek ve bir ruh olarak birleşmelerini ısrarla tavsiye ediyorum. Burada ve şimdi, çokluğunun, halkın kitlesinin birliğinin, birkaçın ve güçlünün despotizmine karşı ne kadar etkili olunabileceğini dünyaya gösterin.”[9]Erasmus, düşünceleriyle İngiliz Hümanizminin canlanmasında da etkili olmuştu.
2.2.3.2.Thomas More
Thomas More (1478-1535), din ve inanç özgürlüğünün yılmaz bir savunucusu olan hümanist ama aynı zaman da koyu bir dindardı.[10] More, dini hoşgörü konusunda kendinden sonrakileri hayli etkilemiştir. Dinsel hoşgörü, Ortaçağ’ın hoşgörüsüzlüğünden sıyrılan Avrupa’nın ilk kez karşılaştığı yepyeni bir düşünceydi. Ütopyasında mutluluk alanında iki yenilik olan dini hoşgörüyle birlikte özel mülkiyetin kaldırılmasını da öngörüyordu.[11] Bu dini hoşgörü düşüncesi Aydınlanmacılık Hareketi’nin ortaya çıkışında da etkili olmuştur. İngiltere’de aydınlanmayı müjdeleyen Haşmetli Devrim’le (Glorius Revolution, 1688) beraber Protestanlar mutlak bir hakimiyet sağlamışlardı. Fakat aydınlanmadan önceki iki asır Katoliklerin, Protestanlara; Protestanların, Katoliklere ve Protestanların heretik (münafık, kafir) olarak kabul ettikleri küçük Protestan gruplara dini açıdan oldukça baskıcı ve müsamahasız davranışları vardı. Dini hoşgörü oldukça kanlı bir mirasın çıktısı olarak Aydınlanmacılık Hareketi’yle birlikte, politik bir gerçekliğe dönüşmüş ve bir müntesibinin başka bir müntesibinin varlığına zımni ve zorunlu olarak kabul ettiği sürece girilmiştir.[12] Asıl gelişmeler de bu hoşgörü ortamı sağlandıktan sonra başlamıştı. More’un dini hoşgörü düşüncesine sahip olmasında kral VIII. Henry’nin (1491-1547) Katolik Kilisesi’nden ayrılıp, başına geçtiği Anglikan Kilisesi’ni kurmasının, papalığın siyasal iktidar üzerindeki baskılarına ve üstünlük iddialarına da, İngiltere’de son vermesi etkili olmuştur.[13]
More’un ütopyacılık[14] tarihinde önemli bir yeri vardır. Ütopyacılık teriminin taşımış olduğu anlam gibi More, yaşadığı dönemde İngiltere’deki düzene alternatif bir düzeni anlatmakla, o dönem İngiltere’nin nasıl bir durumda olduğunu da belirterek yönetimi eleştirmiştir.[15] Komünizmle, kadın erkek eşitliğiyle karakterize olan, herkese iyi bir eğitimin verildiği, seçkinler tarafından yönetilen ideal bir toplum tasarlamıştır.[16] Onun ütopyasında Platon’un Devlet’inde olduğu gibi, her şey ortaktır. Çünkü, özel mülkiyetin olduğu yerde kamu yararı gelişemez ve komünizm olmadan eşitlik olamazdı.[17] Platon’da olduğu gibi onda da esirler, toplumun temelidir. Onlarsız olamaz, çünkü angarya işleri her zaman onlar yapacaktır. More, esirler konusunda hümanizme başını çevirmiş ve mutluluk hakkının esirler için değil özgür İngilizler için olduğunu vurgulamıştır. Ütopyasında esirler dışında herhangi bir sınıf ayrılığı yoktur, herkes eşittir. Platon’da özel mülkiyet sadece yöneticiler için yasakken More’de bütün herkes için yasaktır. Gerekçesi ise komünizmde olduğu gibi: “özel mülkiyet bütün kötülüklerin, hırsızlıkların, öldürmelerin kaynağıdır; özel mülkiyetten kurtulan toplum, mutlu toplumdur”.[18]“Malın mülkün kişisel bir hak olduğu, her şeyin parayla ölçüldüğü bir yerde toplumsal adalet ve rahatlık hiçbir zaman gerçekleşmez.” Bunun için, “mülk sahipliğini ortadan kaldırmak, ülkenin zenginliğini eşitçe, doğrulukla dağıtabilmek insanları mutluluğa kavuşturmanın biricik yoludur”. “İnsanları mutluluğa ulaştırmanın tek yolu eşitlik ilkesini uygulamaktır. Oysa mülkün tek elde ve mutlak olduğu bir devlette eşitlik bulunamaz. Çünkü orada herkes türlü yollarla kazanabildiği kadar kazanmakta haklı görür kendini ve ulusun zenginliği önünde sonunda başkalarının yoksulluğuna göz yumacak bir azınlığın eline geçer.”[19] More’un bu korkusu ilerleyen yüzyıllarda kapitalizm ile birlikte gerçekleşecekti. Onun ütopyası bir adada gerçekleşmektedir, tıpkı İngiltere’nin bir ada olması gibi. Ve bu düzenin İngiltere’de gerçekleşmesine dair: “… ama şunu da saklamayacağım ki, Utopia devletinin birçok özelliklerini şehirlerimizde görmeyi isterdim. Bir umuttan çok bir dilektir bu”[20] temennisini dile getirir. Russell’ın, Moru’un Ütopya’sına eleştiri getirirken vurguladığı şey: “…diğer birçok ütopyada olduğu gibi, yaşamın katlanılmaz ölçüde donuk olacağı kabul edilmelidir. Mutluluk için çeşitlilik elzemdir ve bu, Ütopya’da pek yoktur. Bu hayali sistemlerde olduğu kadar gerçek bütün planlı toplumsal sistemlerin kusurudur.”[21]
[1] Hançerlioğlu, a.g.e., s.175.
[2] Russell, a.g.e., s.44-45.
[3] Cevizci, a.g.e, s.159.
[4] Endüljans, Hıristiyanlık’ta, işlenen günahlardan dolayı dünyada çekilecek cezanın belirli şartlar karşılığında kilise tarafından affedilmesi anlamında kullanılan terim. bkz. Ömer Faruk Harman, ” ENDÜLJANS”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 1995, XI, s.209-211.
[5] Teslîs, Milâdî III-IV. yüzyıllar arasında şekillenen ve Hıristiyan akîdesinin temelini oluşturan üçlü ilâhlık anlayışı. bkz. Salime Leyla Gürkan, “ENDÜLJANS”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 2011, XXXX, s.549-552.
[6] Russell, a.g.e., s.48-50.
[7] Russell, a.g.e., s.53.
[8] Hançerlioğlu, a.g.e., s.175.
[9] Doğan Göçmen, “Aydınlanmacılığın Tarihsel Anlamı ve Güncel Mirası Üzerine”, https://www.academia.edu/5215849/Ayd%C4%B1nlanmac%C4%B1l%C4%B1%C4%9F%C4%B1n_Tarihsel_Anlam%C4%B1_ve_G%C3%BCncel_Miras%C4%B1_%C3%9Czerine, (erişim. 06.06.2018-13:50), s.11.
[10] Russell, a.g.e., s.55.
[11] Hançerlioğlu, a.g.e., s.181-182.
[12] Ahmet Erhan Şekerci, “Avrupa’da Aydınlanma ve Dini Tolerans Algısının Düşünsel Temelleri”, 21. Yüzyılda Din ve Uluslarası İlişkilerdeki Dönüşüm, ed. Filiz Çoban Oran, Ankara 2017, s.151-152.
[13] Göze, a.g.e., s.125.
[14] Ütopyacılık: Yürürlükteki düzene radikal bir alternatif oluşturan ideal bir düzen arayışı içinde olma yaklaşımı. bkz. Cevizci, a.g.e, s.436.
[15] XV. ve XVI. yüzyıl İngiltere’nin siyasal, ekonomik sorunları için bkz. Göze, a.g.e., s.126-127.
[16] Cevizci, a.g.e, s.308.
[17] Russell, a.g.e., s.55.
[18] Hançerlioğlu, a.g.e., s.181-182.
[19] Göze, a.g.e., s.129.
[20] Göze, a.g.e., s.133.
[21] Russell, a.g.e., s.61.